BOLD ANALİZ – İran’ın nükleer programının temelleri 1953 Şah Muhammed Rıza Pehlevi’in ABD desteği ile iktidara gelmesine dayanıyor.
ABD, Sovyetler Birliğine karşı bir nükleer güç kuşağı kurmak istedi. Bu girişime ABD İran, Türkiye ve Pakistan’ı ortak etmek istedi. Bu kapsamda 1967’de Tahran Nükleer Araştırma Merkezi (TNAM) kuruldu. TNAM, ABD tarafından sağlanan teknik destekle yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum yakıtı üretti.
İran 1968’de Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’nı (NSYÖA) imzaladı ve 1970’te onayladı. Şah yönetiminde ABD’nin de yardımıyla 2000 yılına kadar 23 nükleer santralın yapılmasını kararlaştırdı.
1979 İran devrimi ABD-İran ilişkilerini bozdu, karşılıklı hamleler bölgede iki ülkeyi can düşmanına dönüştürdü. İki devlet arasında nükleer kriz ise 2002 yılında başladı. İran’ın NSYÖA antlaşmasına aykırı olarak Natanz ve Arak’taki iki gizli nükleer tesiste silah çalışmaları yaptığının tespit edilmesi bu krizin sebebi oldu. İran çalışmalarının barışçıl enerji üretimi olduğunu iddia etse de ABD bu kapsamda İran’a yönelik yaptırımlarına başladı ve bölgesel aktörleri, uluslararası örgütleri de İran’a yönelik kararlar almaya davet etti.
Bu kriz zaman içinde yer yer İsrail, Çin, Rusya, AB, BM gibi farklı aktörlerin de dahil olduğu uluslararası bir boyut aldı. ABD öncülüğünde bu kapsamda yürürlüğe konulan ulusal ve uluslararası bazda yaptırımlar İran ekonomisini çökme aşamasına getirdi. Devrimden sonra yalnızlaşan İran, bu yaptırımlar ile batıya dönük daha saldırgan bir dış politika izlemeye başladı.
JCPOA VE YUMUŞAMA DÖNEMİ
Ortak Kapsamlı Eylem Planı (Joint Comprehensive Plan of Action – JCPOA) ya da İran nükleer antlaşması 2015 yılında İran ile P5+1 (BMGK’nin beş daimi üyesi – Çin, Fransa, Rusya, İngiltere, ABD + Almanya) ülkeleri arasında Viyana’da imzalandı ve nükleer kriz çözülme noktasına geldi.
Antlaşmada Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (IAEA) denetiminde İran’ın nükleer silah çalışmalarını sonlandırıp, barışçıl bir nükleer program izlemesi (yani silah çalışmalarını sonlandırması, sivil amaçlı uranyum zenginleştirme çalışmalarını en aza indirmesi, barışçıl nükleer programını ise sadece ticari, tıbbî ve sanayisinin ihtiyacı doğrultusunda kullanması) isteniyordu. Bunun karşılığında BM ve ABD öncülüğünde batılı ülkeler İran’a uyguladığı mali, ticari, enerji ve diğer alanlardaki yaptırımları kaldıracaktı. Ayrıca İran yurtdışında dondurulmuş milyarlarca dolar hacmindeki ticari varlığına da erişebilecekti. İran’ın anlaşmayı ihlal etmesi durumunda yaptırımlar tekrar başlayacaktı.
IAEA’nın somut bir tespiti olmaksızın 2018 yılında ABD Başkanı Donald Trump, İran’ın antlaşmayı ihlal ettiğini öne sürerek tek taraflı JCPOA’dan ayrıldı ve ABD yaptırımlarına tekrar başladı. İran ise zamanla JCPOA’dan uzaklaşarak uranyum zenginleştirme çalışmalarına tekrar yoğunlaştı.
BİDEN YÖNETİMİYLE JCPOA’ya DÖNÜŞ
Biden yönetimi ile birlikte İran’la JCPOA antlaşması tekrar gündeme geldi ve görüşmeler başladı. Yaklaşık 1 yıldır ara ara gerçekleşen toplantılarda henüz bir ilerleme yaşanmadı. Müzakerelerde İran’ın önceliği ABD’nin uyguladığı yaptırımların kaldırılması iken ABD’nin önceliği ise İran’ın zenginleştirilmiş uranyum üretimini durdurması. ABD yönetimi açısından bir diğer hayati sorun ise İran’ın “uluslararası terörizmi destekleme faaliyetleri”. İran çeşitli vakıflar üzerinden Yemen, Suriye, Irak, Lübnan, Filistin, Afganistan gibi ortadoğu ülkelerindeki çoğunluğu Şii silahlı örgütlere mali ve askeri destek sağlıyor. ABD yönetimi ise bu desteği önlemek istiyor.
Geçtiğimiz hafta Doha’da taraflar tekrar bir araya geldi. ABD temsilcisi görüşmelerde İran’ın gündemlere ek olarak yeni taleplerde bulunduğunu iddia etti. Bunlardan birisi Devrim Muhafızları’nın “yabancı terör örgütleri” listesinden çıkarılması. Görüşmeler bu sefer de başarısızlıkla sonuçlandı. Toplantının ardından ABD temsilcisi Robert Malley İran’ın elinde bomba yapmaya yetecek kadar yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum olduğunu ve bu bombayı birkaç hafta içinde yapabileceğini söyledi. İran temsicisi Ali Bakıri Kani’nin ise görüşme sonrası doğrudan Rusya’ya gitmesi dikkat çekti. AB ise taraflara sonuca varmaları konusunda baskı kuruyor. AB’nin gündeminde Rusya’ya yaptırımlar sonrası ortaya çıkan petrol ihtiyacını İran üzerinden kapatma planı var.
İran’ın yakın gelecekte nükleer silah üretme kapasitesine erişeceği değerlendiriliyor. Bunu yaptırımlar da etkilemeyecek, İsrail ve ABD’nin İran’a yönelik istihbari operasyonları da. Bu durum İran’ı diplomaside daha hırçın ve taviz vermez politikalara yönlendirecek. Bölgedeki istikrarsızlık İran’ın desteklediği örgütlerle nüfuzunu arttırmasına imkan sağlıyor. Bu durum ise daha büyük çatışmalara gebe. İran yönetimi içeride ve dışarıda muhalifleri ve rakipleri ile mücadele etmeye alışık. Nükleer silah kapasitesini arttırması, onu giriştiği mücadelelerde daha dokunulmaz ve cüretkar bir konuma getirecek gibi görünüyor