Yaşanan taciz, tecavüz ve şiddet olaylarının ardından 62 kadın örgütü “eril failliğe” karşı savaş açtı. Ancak, kadınların sesi olma iddiasını taşıyan kadın örgütlerinin, Türkiye’nin dört bir yanında yaşanan çıplak arama skandalı karşısında sessizliğini koruması tepki çekiyor.
DENİZ GİRGİN | BOLD ANALİZ
Afrikalı-Amerikalı Sojourner Truth (1797-1883), 1851 yılında Ohio’da düzenlenen Kadın Hakları Kurultayı’nda yaptığı konuşma ve sorduğu iddia edilen bir soruyla kadın hakları tarihine damgasını vuran isimlerden biri olmuştur. New York’ta bir köle olarak doğan Truth, 1827 yılında özgürlüğünü kazandıktan sonra kölelik karşıtı hareketin önemli aktivistlerinden biri olmuştu. Kadınların oy kullanmak için zayıf oldukları iddiasına cevap verirken, ömrü boyunca çalıştığı ağır fiziksel işlere işaret eden Truth’un insanlık tarihini ilgilendiren sorusu gayet kısa ve netti: “Ben kadın değil miyim?”
Truth’tan önce olduğu gibi sonrasında da kadınlar haklarını aramak için mücadele etti ve etmeye devam ediyor. Feminist hareket ve kadın aktivistler her geçen gün sokakta ve sosyal mecralarda daha görünür hale gelirken, toplumsal cinsiyet teorileri de bilim çevreleri ve akademik alanda gittikçe önem kazanıyor. Toplumsal, dini, kültürel, politik veya ekonomik etkenlerle tarih boyunca inşa edilmiş pasif, itaatkar, erkeğin ‘öteki’si kadın figürü bugün yüksek sesle sorgulanıyor. Tüm bunların önemli ve olumlu gelişmeler olduğu açık.
62 KADIN ÖRGÜTÜ ‘ERİL FAİLLİĞE’ SAVAŞ AÇTI
Türkiye kadın hareketinin de 150 yıla yaklaşan bir geçmişi var. İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili tartışmalarda görüldüğü gibi, bu hareket güçlü ulusal ve uluslararası bağlarının da yardımıyla kamuoyu oluşturma açısından iyi bir konuma ulaşmış durumda. Doğal olarak bu kadın örgütleri son günlerde edebiyat dünyasında yaşanan taciz olayları ve bunların ifşasıyla birlikte yaşanan tartışmalara da dahil oldu. 62 kadın örgütü, “eril failliğe” karşı açtıkları haklı savaşta yaptıkları ortak açıklamayla, “bugün de bundan sonra da erkek şiddeti karşısında sessiz kalmayan her kadının yanında olacağız ve mücadelemizden asla geri adım atmayacağız” ifadelerine yer verdi. “Taciz varsa sorumlunun tacizciler, tacizcilerle dayanışma içinde olanlar ve failleri aklamak yönlü işleyen yargı pratiği olduğunu” vurguladılar.
Tüm bunların olduğu ülkede, yani Türkiye’de, sadece iki ay kadar önce Uşak’ta 23’ü kız öğrenci, toplam 27 kadın göz altına alındı. Kadın örgütlerinin açıklamasında işaret ettikleri “tacizciler”, onları koruyan “devlet” ve aklayan “yargı” tarafından psikolojik, cinsel ve fiziksel şiddete maruz bırakıldılar. Mağdurların bazıları benzer işkencelere daha önce gözaltına alındığı İzmir gibi farklı illerde de maruz bırakıldıklarını ifade etti. Yaşanan mağduriyetlerle ilgili ismini son dönemlerde sıkça duyduğumuz birkaç milletvekili olayı meclis gündemine taşıyınca, üniversite kolektifleri gibi az sayıda oluşum tepkisini dile getirdi. Ana akım kadın örgütleri ise bırakın tepki göstermeyi, konuyla ilgili açıklama yapma ihtiyacı dahi duymadı. Hal böyle olunca bu kadınlar adına söz konusu örgütlere şu soruyu sormamızda mahzur yoktur diye düşünüyorum: “Biz kadın değil miyiz?”
BEYAZ KADIN VE HAKLARI!
Kadın ve toplumsal cinsiyet tarihi araştırmacılarının uzun süre karşılaştığı en büyük eleştiri, çalışmalarını Avrupa merkezci bir bakış açısıyla “beyaz kadınları” merkeze alarak yapmalarıydı. Evine hapsedilmiş beyaz kadının toplumsal ve ekonomik hayatta daha fazla var olabilmesi için mücadele ederken, bunu tüm dünya kadınları adına yaptıklarını düşünüyorlardı. Zamanla haklı olarak bazı araştırmacılar Amerika’da tarlalarda erkeklerle birlikte günde 18 saat çalıştırılan siyahi köle kadınların bu “kadın” tanımında neden yer almadığını sorguladılar. İngiltere’deki kadınların hakları ve tarihini araştırırken, aynı ülkenin sömürgelerinde onlarca yıl beden ve emekleri istismar edilen hemcinslerinin neden “kadın” olarak görülmediğini sordular. Bunları sormakta da gayet haklıydılar. Aynen Uşak’ta işkenceye uğrayan kız öğrencilerin sormakta haklı olduğu gibi: “Biz kadın değil miyiz?”
KADIN ÖRGÜTLERİ, TÜM KADINLARIN MI, BAZI KADINLARIN MI SESİ?
“Kadın” ve toplumsal cinsiyetin Türkiye’de inşa edilmiş olgular olduğu çok açık. Bu inşa sürecinin de binlerce yıla dayanan bir geçmişi var. Türkiye kadın hareketi, bu köklü anlayışa karşı mücadele ederken, umarız eleştirdiği kişi, anlayış ve kurumların yaptığı gibi kadınların bazılarını daha kadın, diğer bazılarını daha az kadın (veya yandaş bir profesörün bugün dediği gibi: ahlaksız kadın), bazılarını “beyaz”, diğer bazılarını “eşit olmayan siyahlar” olarak görmeyecektir. İşkence ve taciz kime karşı yapılırsa yapılsın kınanması ve lanetlenmesi gerekir. Bunu bırakın dile getirmemeyi, sessiz kalarak onaylamak ya da geçiştirmek bile ilkeler bazında çok önemli bir soruna işaret eder.
Dayanışma ve eşitlik sloganlarıyla çıkılan bir yolda ilkelerden verilecek her ödün de mağdur-tacizci kategorisinde bizi istemediğimiz bir tarafa doğru sürükler. Çektikleri acılar ve uğruna mücadele verdikleri yüksek değerler nedeniyle şüphesiz bunu en iyi Türkiye kadın örgütleri anlayacaktır. Umarız bunu en kısa sürede fark edip sadece bazılarının değil, tüm kadınların sesi olma noktasında daha etkin bir mücadele yürütürler.